Bir Gülse Birsel Yazısı

İyi anne-baba olmak için çocuklarla daha çok olmasa da daha kaliteli zamanlar geçirmek gerekiyormuşmuş. Emirhan tüm enerjisini atsın, akranlarıyla bol bol gülsün eğlensin diye ve tabiki kalem tutsun, okul öncesi ilk sıkıntılı dönemi üzerinden atsın diye tüm imkanları seferber edip çok güzel bir kreşe verdik. Kreşle yeni tanışmıyor. İlk tanışması 1 yaşında oldu ve dönem dönem gittiği oldu. Ancak yaklaşık 1 yıldır düzenli gidiyor. İyi hoş seviyor okulunu, gitmeyince üzülüyor tamam. Akşam evde yemekten sonra ya babasına ya da bana yapışıyor, "odamda oynayalım mııııı?". Kıyamıyoruz, yorgun olsak da oynamaya çalışıyoruz ama 1 saatten sonra pert olduğumuzdan dolayı baba da ben de kaçmanın yollarını arıyoruz (üzgünüm oğlum). Tabi ağlıyor, isyan-misyan veryansın ediyor. Bazen baba sesinin tonunu ayarlayamıyor, kızıyor. Ben hemen müdahalede tabi, aman dur etkilenir, bizi özlüyor yazık falan fıstık anaçlığımla toparlamaya çalışıyorum ortalığı. Şimdi düşünüyorum da ben annemle ya da babamla hiç oyun oynamamışım. Beyim de öyle :) Şimdiki çocuklar daha şanslı mı bilmiyorum, çok şey var çünkü bununla sadece genelleme yapamayız. Lakin terbiye etme hususunda eskiler şimdiki anne babalardan daha ustaydılar bence, eski usül terbiye yöntemlerini destekliyorum:) Ne korkardık anne-babamızdan! Şimdi bazı ergenlere bakıyorum da ne arsızlar görüyorum içlerinde, evlerden ırak ! Neyse ben bu konuya nerden geldim, Gülse Birsel'in eski bir yazısını okudum bugün. Ondan eseflendim diyelim. Velhasıl-ı kelam anne-baba olmak zor zanaat arkadaş :)

 :)
O yazı: 
Hep söylüyorum, biz çocukken midemiz bulanınca ekmek yedirirlerdi, grip “Yatınca geçer”di, başın ağrıyorsa “Çocukların başı ağrımaz” denirdi, uykun kaçıyorsa “Oyuncaklarını düşün, güzel rüyalar görürsün” şeklinde konuhalledilirdi!
Okuma yazmayı öğrenemiyorsan ya, “Tembel”din ya “Yavaştan, sağlam sağlam öğreniyor”dun! Hüzünlü bir çocuksan “Yazar olacak herhalde” derlerdi, yerinde duramıyorsan, etrafa saldırıyorsan bir tane çakarlardı, susup otururdun.
Kanaatimce pedagojinin zirve yaptığı yıllardı o yıllar.
Çünkü sonra sonra, koşup oynadıktan sonra öksüren çocuk ‘astım başlangıcı’, okuma yazmayı zor söküyorsa ‘disleksik’, hüzünlüyse ‘depresif’, aşırı hareketliyse ‘hiperaktif’ diye nitelendirilmeye başlandı ve o sinameki yetiştirilen tipsizler şimdi büyüdüler!
O kadar ilgi alaka sonrası ola ola ne oldular?
Emo!
Emo ne?
Hani beş-altı yıldır etrafta saçlarını gözlerinin tekini kapatacak şekilde öne öne tarayan, miskin görünüşlü, asık suratlı, beti benzi atmış, sıska, dar pantolonlu, converse’li, siyah ojeli ergenler var ya…
Taksim’de kaldırımlarda filan oturuyorlar.
Aha onlar Emo!
Emo kelimesinin emotional’dan (hissi) geldiği, bu yavruların pek bunalımlı pek güvensiz ve duygusal olduğu, topluma uyum sağlayamadıkları için böyle takıldıkları söyleniyor. Bizim zamanımızda punk vardı ya, onun gibi bir akım, ama bir halta yaramayanı!
HERKESİN KEYFİNİ KAÇIRDIM
Ay kıyamaam!
Zamanında, kendi ergen yıllarımda bu akım daha dünyada yokken 10 gün emo takılmışlığım vardır! Kafam neye bozuktu hatırlamıyorum ama o 10 gün, üstelik de yaz tatilinde, evin o köşesinden bu köşesine oflaya poflaya nemli gözlerle dolaştım.
Saçımı taramadım, denize gitmedim, sohbetlere katılmadım, tebessüm bile etmedim. Akşamları karabasan gibi yemek masasına çöküp herkesin keyfini kaçırdım. Bir akşamüstü, balkonda otururken annem “Ne bu surat her gün, senin derdin ne kızım aaa…” şeklinde pedagojik bir açılım yaptı.
“Sıkılıyorum… Hayat çok anlamsız” cevabımın üzerinden sanırım birkaç saniye geçmişti ki, acı ve can havliyle bir metre havaya sıçradım. Annem, her Türk annesinin uzmanı olduğu ‘mıncırma’ hamlesini oldukça sert ve uyarısız gerçekleştirmiş ti.
Mıncırma, malumunuz evlat artık poposuna terlikle vurulmayacak kadar büyüdüyse, ancak tekdir ile de uslanmıyor ve hakkı kötekse kullanılan, konu komşu, bitişik ev duyar ihtimaline karşı avaz avaz bağırmak yerine geçen bir terbiye şeklidir. Tercihen bel veya bacak bölgesinden bir alan seçilir, elle kavranır ve et, 180 derece çevrilir!Hemen ardından, daha acım ve şaşkınlığım hüküm sürerken, annem kısık sesle,yüzünü yüzüme yaklaştırarak
“Alırım ayağımın altına” diye başladı ve
“Karnın tok sırtın pek! Aklını başına topla! Sıkılıyorsanda git bakkala evin alışverişini yap, sonra da gel yemek kitabından bir kurabiye pişir, akşam misafir var, hadi yallah…” şeklinde bitirdi!
NE DERDİM KALDI NE DE TASAM
Malumunuz eti mıncırılan ergen olay yerinde fazla kalamaz, mıncırandan tırstığı için kendisine yalakalık yapar, arzu ettiği aktiviteleri gerçekleştirir.
Mıncıran mutlu, mıncırılansa artık efendi bir insandır! Aynen öyle oldu. Mıncırma sonrası ne derdim kaldı ne tasam! Emo’luğum o gün bitti, bu yaşa kadar da hep mutlu mesut, uyumlu, üretken biri olarak yaşadım. Şimdinin sokakta bira içen, gelen geçenden ihtiyacı var diye değil, hayat tarzı sandığı için para dilenen, dünyanın bütün derdi sırtındaymış gibi davranıp, bunalım takılıp bir işin ucundan tutmayan emo’larının başında, bizim zamanımızın anne babaları olacaktı ki. Ohoo…
Muma dönerdi hepsi! Bir kere her şeyden önce bütün o yüzü gözü saçla kaplı eşek herifler ibir eşek tıraşına götürürlerdi, kesin!
Ülkenin gençlerine bak.
Tarikat yurtlarında yetiştirilen çocuklar, polise atsın diye eline taş verilenler, bir de emo’lar!
Gelecekten çok umutluyum çok.
Gülse BİRSEL
10.03.2011 

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Defter ciltleme

Keçeden Kitap Ayracı